Biyoloji Performans- Hava Kirliliği

Hava kirliliği; canlıların sağlığını olumsuz yönde etkileyen ve/veya maddi zararlar meydana getiren havadaki yabancı maddelerin, normalin üzerindeki miktar ve yoğunluğa ulaşmasıdır.
Bir başka deyişle hava kirliliği; havada katı, sıvı ve gaz şeklindeki yabancı maddelerin insan sağlığına, canlı hayatına ve ekolojik dengeye zarar verecek miktar, yoğunluk ve sürede atmosferde bulunmasıdır. İnsanların çeşitli faaliyetleri sonucu meydana gelen üretim ve tüketim aktiviteleri sırasında ortaya çıkan atıklarla hava tabakası kirlenerek, yeryüzündeki canlı hayatı olumsuz yönde etkilenmektedir.


Hava kirliliğini kaynaklarına göre 3′e ayırabiliriz;

1 – Isınmadan Kaynaklanan Hava Kirliliği:
Ülkemizde özellikle ısınma amaçlı, düşük kalorili ve kükürt oranı yüksek kömürlerin yaygın olarak kullanılması ve yanlış yakma tekniklerinin uygulanmasi hava kirliliğine yol açmaktadır.
2 – Motorlu Taşıtlardan Kaynaklanan Hava Kirliliği:
Nüfus artışı ve gelir düzeyinin yükselmesine paralel olarak, sayısı hızla artan motorlu taşıtlardan çıkan egzoz gazları, hava kirliliğinde önemli bir faktör oluşturmaktadır.
3 – Sanayiden Kaynaklanan Hava Kirliliği:
Sanayi tesislerinin kuruluşunda yanlış yer seçimi, çevre korunması açısından gerekli tedbirlerin alınmaması (baca filtresi, arıtma tesisi olmaması vb.), uygun teknolojilerin kullanılmaması, enerji üreten yakma ünitelerinde vasıfsız ve yüksek kükürtlü yakıtların kullanılması, hava kirliliğine sebep olan etkenlerin başında gelmektedir.

Hava Kirliliğinin Etkileri
Kirli hava, insanlarda solunum yolu hastalıklarının artmasına sebep olmaktadır. Örneğin; kurşunun kan hücrelerinin gelişmesini ve olgunlaşmasını engellediği, kanda ve idrarda birikerek sağlığı olumsuz yönde etkilediği, karbonmonoksit (CO)’in ise, kandaki hemoglobin ile birleşerek oksijen taşınmasını aksattığı bilinmektedir. Bununla birlikte kükürtdioksit (SO2)’in, üst solunum yollarında keskin, boğucu ve tahriş edici etkileri vardır. Özellikle duman akciğerden alveollere kadar girerek olumsuz etki yapmaktadır. Ayrıca kükürtdioksit ve ozon bitkiler için zararlı olup; özellikle ozon, ürün kayıplarına sebep olmakta ve ormanlara zarar vermektedir.
Sanayi, endüstri ve ısınmada kullanılan fosil yakıtlar ile ormanların tahribi ve arazi değişmesi sonucu, atmosferdeki karbondioksit miktarının %5 oranında arttığı tespit edilmiştir. Bunun ise küresel ısınmaya yol açabileceği öngörülmektedir.
Hava Kirliliğini Önlemek İçin Alınabilecek Tedbirler:
Sanayi tesislerinin bacalarına filtre takılması sağlanmalı,
Evleri ısıtmak için yüksek kalorili kömürler kullanılmalı, her yıl bacalar ve soba boruları temizlenmeli,
Pencere, kapı ve çatıların izolasyonuna önem verilmeli,
Kullanılan sobaların TSE belgeli olmasına dikkat edilmeli,
Doğalgaz kullanımı yaygınlaştırılarak, özendirilmeli,
Kalorisi düşük olan ve havayı daha çok kirleten kaçak kömür kullanımı engellenmeli,
Kalorifer ve doğalgaz kazanlarının periyodik olarak bakımı yapılmalı,
Kalorifercilerin ateşçi kurslarına katılımı sağlanmalı,
Yeni yerleşim yerlerinde merkezi ısıtma sistemleri kullanılmalı,
Yeşil alanlar arttırılmalı, imar planlarındaki hava kirliliğini azaltıcı tedbirler uygulamaya konulmalı,
Toplu taşım araçları yaygınlaştırılmalı,
Bütün bu etkenlerin yanında; atıkların uygun olmayan tesislerde yakılarak bertaraf edilmesinin önlenmesi, sanayi tesisi yer seçiminin yerleşim alanları dışında ve hakim rüzgarlar dikkate alınarak yapılması, imar planlarında bu alanların çevresinde yapılaşmaların önlenmesi ve araçların egzoz emisyon ölçümlerinin periyodik olarak yapılması sağlanmalı, bununla birlikte; alternatif enerji kullanan motorlu taşıtlar geliştirilmeli ve özendirilmelidir. (LPG vb.)


Türkiye’de Hava Kirliliği
“Temiz Hava Aktı” uygulanması ve ısınma sistemlerindeki köklü değişimlere bağlı olarak, SO2 ve PM düzeylerinin 1950’lerden itibaren gelişmiş ülkelerde giderek azalmasına rağmen, halen Orta, Kuzey ve Doğu Avrupa ve daha az oranda Batı Avrupa’daki endüstrileşmiş bölgelerde kabul edilebilir güvenli sınırların üzerinde olduğu bildirilmektedir 1. Son yıllarda, özellikle gelişmiş ülkelerde artan oranda petrol ve doğalgaz kullanımı sonucu atmosferik hidrokarbonlar, nitrojen oksitleri (NOx), ozon (O3) ve 10 mm’den küçük inhale edilebilen partiküllerden (particulate matter ≤10 mm, PM10) kaynaklanan yeni tip bir hava kirliliği söz konusudur. Diğer yandan, gelişmekte olan ülkelerde, bu tür kirleticilere ilave olarak , geleneksel kirleticiler SO2 ve PM hava kirliliğini önemli ölçüde artırmakta ve özellikle kış aylarında tehlikeli düzeylere çıkarmaktadır .
Türkiye’de hava kirliliği özellikle 1950’lerden sonra hızlı nüfus artışı, hızlı kentleşme, endüstrileşme sonucu yoğun enerji kullanımı nedeniyle bir halk sağlığı sorunu olmaya başlamıştır. Endüstrileşme başlamadan önce, yaklaşık nüfusun %80’i kırsal kesimde yaşarken, günümüzde nüfusun %60’ından büyük bölümü şehir ve metropollerde yaşamaktadır . Artan enerji talebi, genellikle petrol ve kömür gibi fosil yakıtlarla karşılanmıştır. Bu tür yakıtların (özellikle düşük kaliteli linyit) aşırı tüketimi, özellikle İstanbul, Ankara ve İzmir gibi büyük kentlerde şiddetli hava kirliliği epizotlarına yol açmıştır . Buna ilave olarak, topografik ve meteorolojik özelliklerin dikkate alınmadığı yanlış kentleşme, uygunsuz ve yetersiz yakma teknikleri, yeşil alanların azalması, motorlu araç sayısındaki artış, atıkların yetersiz atılımı hava kirliliğini daha da artırmıştır .
Hava Kalitesinin İzlenmesi
Sağlık Bakanlığı ve Çevre ve Orman Bakanlıkları 1985’ten beri birbirine bağlı monitorize edilmiş bir ağla aylık ve yıllık SO2 ve PM ortalamalarını ölçmekte ve bu veriler Devlet İstatistik Enstitüsü (DİE) tarafından resmi olarak yayımlanmaktadır . Halen, 69 şehir ve 7 ilçede kurulan toplam 171 istasyonda SO2 ve PM ölçümleri yapılmaktadır. Ayrıca, Ankara’daki bir istasyonda karbonmonoksit (CO) ve NOx ölçümleri yapılmaktadır. Ancak, ülke genelinde NO2, O3 ve PM10 gibi sağlık üzerindeki olumsuz etkileri son yıllarda yoğun olarak araştırılan hava kirleticilerinin düzeyleri henüz izlenmemektedir. Belirtilen kirleticiler özellikle taşıtlardan ve endüstriyel emisyondan kaynaklandığından ve O3 gibi gazların düzeyleri fotokimyasal reaksiyonlarla yakından ilişkili olduğundan, yılın bol güneşli geçtiği ülkemizde bu kirleticilerin izlenmesinin önemi ortadadır.
Hava Kirleticilerinin Kaynakları
Türkiye’de kentlerdeki hava kirleticilerinin ana kaynakları endüstri, binalardaki ısınma ve trafik olup, bunlar da meteorolojik faktörler tarafından etkilenmektedir . Kömürden elektrik üreten enerji santralleri (termik santraller) gibi endüstriyel kaynakların, hava kirliliğinde önemli payları bulunmakta, bu santrallerden açığa çıkan hava kirliliği büyük boyutlara ulaşabilmektedir. Çimento endüstrisi, kentleri ve kasabaları önemli ölçüde kirleten kireçtaşı tozunun en önemli kaynağıdır. Diğer yandan, demir-çelik endüstrisi, bu endüstrilerin yoğun olduğu bölgelerde önemli bir hava kirliliği kaynağıdır. Ayrıca, petrol endüstrisi, endüstriyel kentlerde büyük oranlarda hava kirliliğine yol açmaktadır .
Evlerde ısınma amacıyla kömür ve fosil yakıtların kullanımı, Türkiye’de kış aylarında görülen hava kirliliğinin ana nedenini oluşturmaktadır. Isınmanın, kentlerdeki SO2’nin %90, PM kirliliğinin %80 nedenini oluşturduğu bildirilmektedir. İki kirletici için arta kalan %10 ve %20’lik emisyonun, trafik ve diğer nedenlerden kaynaklandığı bildirilmektedir. Özellikle düşük kaliteli linyit kullanımı ve yetersiz yakma tekniklerinin bu sorunu daha da ağırlaştırdığı ileri sürülmektedir .
Trafiğe bağlı hava kirliliği, özellikle İstanbul, Ankara ve İzmir gibi büyük metropollerde ve daha düşük oranda nispeten yüksek nüfuslu diğer kentlerde önemli bir sağlık sorunudur. Çevre ve Orman Bakanlığı’nın verileri, kent merkezlerindeki CO’nun %70-90, NOx %40-70 ve hidrokarbon (HK) ve kurşun (Pb) emisyonunun %100’ünden trafikteki motorlu araçların sorumlu olduğunu bildirmektedir. Ayrıca, yerleşim alanlarının yanlış seçimi ve yoğun kentleşme, kentlerdeki hava kirliliğini artıran diğer etmenlerdir .
Tablo V’te, 1995 itibariyle PM, SOx, NOx, non-metan organik bileşikler dahil beş parametre ve kaynak kategorilerinin altgruplarıyla ana aktivite gruplarına katkı oranına ait Türkiye ulusal envanter çalışmalarının sonuçları görülmektedir . Nüfus yerleşimi ve endüstriyel etkinlikler özellikle ülkenin batısında ve kıyı kesimlerinde daha yoğun olduğundan, kişi başına düşen emisyonun (alan ve emisyon miktarı [ünite] olarak) bölgesel ölçekte ulusal ortalamaya göre daha yüksek olduğu bildirilmektedir. Bundan başka, Türkiye’de yoğun yerleşim yerlerindeki emisyonun Avrupa’daki miktarlarla başa baş gittiği, hatta bu göstergeleri aştığı ileri sürülmektedir .
Türkiye’de Hava Kirliliğine Karşı Alınan Önlemler
Çevre sağlığıyla ilgili ilk yönetmelik 1930’da hazırlanmıştır. İzleyen yıllarda, Ankara’daki hava kirliliği sorunu çeşitli hükümet programlarında ele alınıp tartışılmıştır. 1961’de ilk kez Sağlık Bakanlığı Ankara’da iki farklı noktada SO2 ve duman ölçümüne başlamıştır. 1983’te, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından Çevre Yasası hazırlanmış ve kabul edilmiştir. Bu yasanın temel amacı, çevre ve doğal kaynakları korumak ve geliştirmekti. Bunu 1986’da kabul edilen THKKY izlemiştir. Bu yasanın amaçları, “her tür kaynaktan yayılan duman, toz, kirletici gazlar ve aerosol halindeki gazların kontrol altına alınması, halkı ve yaşadığı çevresini atmosferik kirliliğin tehlikelerinden korumak” olarak ifade edilmektedir. Bu yönetmelikle, hava kalitesi ölçütleri, hedeflenen hava kalite değerleri, belli bölgeler için çeşitli özgül hedefler, hava kirliliğinin belirlenmesi ve ölçümü için bir baz ve endüstriyel kuruluşlar için emisyon düzeyleri belirlenmiştir. Bundan başka, uluslararası standartlar-hedefler ve hava kalite ölçütleri dikkate alınarak yeni standart eşik değerler belirlenmiştir. Bunlar kısa dönem sınır değerler (aşılmaması gereken günlük ortalama değerler) ve uzun dönem sınır değerler (aşılmaması gereken yıllık ortalama değerler), kış dönemi ortalamaları (ekim-mart ayları arasındaki 8 aylık ortalamalar) ve hedef limit değerler olarak belirlenmiştir (Tablo III ve IV) . Ancak, THKKY’nin belirlediği gerek kısa ve uzun dönemli sınır değerlerin gerekse de hedef limit değerlerin halen DSÖ ve AB’nin koyduğu sınır değerlerin üzerinde olduğu görülmektedir (Tablo III) .
Hava Kirliliğine Karşı Acil Önlemler (Kademeli Yaklaşım)
THKKY, hava kirliliğine karşı gereğinde acil önlem almak için uyarı kademeleri koymuştur. SO2 ve toplam asılı partikül (total suspended particles: TSP) için 24 saatlik uyarı düzeyleri 4 kademede değerlendirilmiştir. SO2 için 24 saatlik 4 basamak sırayla, 700, 1000, 1500 ve 2000 mg/m3, TSP için bu düzeyler sırayla 400, 600, 800 ve 1000 mg/m3 olarak belirlenmiştir . Ölçülen değerler ve meteorolojik koşullara göre, gerekli önlemlerin yerel yöneticiler tarafından belirlenmesi ve alınması kararlaştırılmıştır. Bu önlemler, binaların kalorifer yanma saatlerinin düzenlenmesi, trafikte motorlu araçların etkinliklerinin sınırlandırılması dahil, hava kirliliğinin toplum, özellikle de çocuklar ve yaşlılar gibi hassas yaş grupları üzerindeki yan etkilerini asgariye indirici girişimlerden oluşmaktadır . TabloVI’da Sağlık Bakanlığı’nın hava kirliliği düzeylerini azaltmaya yönelik önerdiği kısa, orta ve uzun vadeli önlemler gösterilmektedir.
Kirleticilerin Emisyonunu Düşürmeye Yönelik Önlemler
Endüstriden kaynaklanan hava kirliliği düzeylerini düşürmek için endüstrinin uyması gereken birtakım kurallar konulmuştur. Endüstriyel işletmeler, THKKY’nin koyduğu sınır emisyon değerlerine uymak zorunda olup, başvurular Sağlık ve Çevre ve Orman Bakanlığı ile yerel yöneticiler ve belediyeler tarafından değerlendirilerek karara bağlanmaktadır. Çevre ve Orman Bakanlığı’nın üzerinde önemle durduğu bir diğer konu, hava kirliliğini, endüstriyle gönüllülük esasına dayanan anlaşmalar imzalayarak sınırlamaya yönelik girişimlerdir. Başta çimento ve demir- çelik üreticileri olmak üzere endüstrinin çeşitli mensuplarıyla bu tür anlaşmalar imzalandığı belirtilmektedir. Ancak, buradaki zorluğun, bu tür işletmelerin üretim standartlarını ve teknolojilerini geliştirmeye dönük yatırımlarının yüksek maliyet gerektirmesi olduğu bildirilmektedir .
Devlet ve yerel yöneticiler, hava kirliliğine yerel katkının azaltılması için düşük SO2 içerikli kömür kullanmayı teşvik etmektedir . Kömürün kalitesini yükseltmek ve atık oranını azaltmak amacıyla çeşitli tesisler kurulsa da, bunların yetersiz olduğu belirtilmektedir. Bundan başka, çevre dostu kömür (Çevre Yönetmeliği’nde belirlendiği üzere) ithali ve doğalgaz kullanımı teşvik edilmektedir. Benzer şekilde, düşük SO2 içerikli sıvı kalorifer yakıtının kullanımı özendirilmektedir. Buna ek olarak, yetkililer ve belediyeler, binalarda merkezi ısıtma sistemlerini özendirmekte ve enerji ihtiyacını azaltmak için, binaların izolasyonunu ve ısıtma ünitelerinde çalışan personelin eğitimini teşvik etmektedir .
Trafiğe bağlı hava kirliliğini sınırlamak üzere, yerel yetkililer eski ve bakımsız araçların dolaşımını kısıtlamak amacıyla araçların egzoz emisyonunu izleyen özel ekipler oluşturmaktadır. Ulusal ölçekte, kurşun emisyonunu azaltmak amacıyla kurşunsuz benzin yakan araç kullanımını özendirecek fiyat politikaları oluşturulduğu belirtilmektedir . Buna paralel olarak, ana petrol rafinerilerinin 1988’den beri normal benzindeki kurşun içeriğini 0.42 g/L’den 0.15 g/L’ye, süper benzinde 0.84 g/L’den 0.40 g/L’e düşürdükleri ve kurşunsuz benzin üretimlerini giderek artırdıkları belirtilmektedir . Yine de, Türkiye’deki kurşunsuz benzin tüketiminin halen ABD (%98) ve Japonya (%100) gibi gelişmiş ülkelerin gerisinde olduğu ifade edilmektedir. Diğer yandan, hükümetler AB ile “Avrupa 93 Otomobil Egzoz Emisyon Standartlarını (Euro 93 Automobile Exhaust Emission Standards)” uygulamak üzere bir deklarasyon imzalamıştır. Bunun sonucu, “Euro 93” standartlarına uyan katalitik konvertörlerle donatılmış araçlarda %50 oranında vergi indirimi uygulanmaktadır. Bundan başka, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı 1995’te, ülke içinde üretilen veya ithal edilen araçlardaki egzoz emisyon düzeylerine belli sınırlamalar getirmiştir. Benzer şekilde, dizel araçları için Avrupa Standartları (ECE R 49.02 standartları, EURO I) Türk Standartları’na uyarlanmıştır. Bu yönetmelikle dizel araçlarına belli egzoz emisyon ve gürültü sınırlaması getirilmiştir. Yine, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı, Birleşmiş Milletler’in 24 no.lu düzenlemesinde belirtildiği üzere PM emisyonu için sınırlamalar getirmiştir .
Yenilenebilir Enerji Kaynakları
Hükümetlerin hava kirliliğinin azaltılmasına yönelik almaya çalıştıkları diğer önlemler jeotermal enerji, güneş enerjisi, hidroenerji, rüzgâr enerjisi, odun ve biyolojik atıklar gibi yenilenebilir temiz enerji kaynaklarının kullanılmasına dayanmaktadır. Çalışmalar, Türkiye’nin coğrafi yerleşiminin ve potansiyelinin bu tür enerjiler için çok uygun olduğunu bildirmektedir .
Hidroelektriğin, belli başlı enerji üreten teknolojilerin başında geldiği ve dünyada üretilen elektrik enerjisinin %20’nin bu kaynaktan sağlandığı belirtilmektedir. Ülkemizde de elektrik enerjisinin %38.5’inin sudan sağlandığı bildirilmektedir . Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP), elektrik, sulama ve kalkındırma projesi olarak kendi alanında dünyanın en büyük projelerinden biri olarak değerlendirilmektedir. Bununla beraber, halen ülkemizdeki toplam hidroelektrik potansiyelinin %18 kadarı kullanılabilmektedir .
Çalışmalarda, Türkiye’nin, ortalama yılda 2640 saatlik (1966-3016 saat/yıl) güneşiyle önemli bir güneş enerjisi potansiyeline sahip olduğu bildirilmektedir . Güneş enerjisinin, suyu ısıtmada ve tarımsal ürünlerin kurutulmasında yaygın olarak kullanılmasına rağmen, bu enerjiyle çalışan ısıya duyarlı pompa sistemleri ve fotovoltaj enerji (güneş enerjisinden elektrik üreten sistemler) gibi uygulamalara dayalı kullanımın henüz tatmin edici olmaktan uzak olduğu belirtilmektedir .
Odun, tarımsal atıklar, hayvan atıkları ve biyolojik kaynaklardan elde edilen kömür ve diğer yakıtlardan oluşan biyomas enerjisi, halen dünya enerjisinin yaklaşık %14’ünü, bazı gelişmekte olan ülkelerde kullanılan enerjininse %90’ından fazlasını oluşturmaktadır . Türkiye’nin çeşitli formlardaki biyomas enerji potansiyelinin yüksek olduğu ve bu enerjinin daha verimli bir şekilde kullanılmasına yönelik çalışmaların devam etmekte olduğu bildirilmektedir .
Türkiye’de bazı şehirlerde rüzgâr potansiyelinin yüksek olduğu, bunu değerlendirmeye yönelik olarak ülkemizdeki ilk rüzgâr santralleri kompleksinin 1.5 MW kapasiteyle 1998 yılında Ege bölgesinde kurulduğu belirtilmektedir. Diğer yenilenebilir enerjilerden jeotermal enerjiye yönelik olarak 84 GW kapasiteli bir santralin 1996’da kurulduğu bildirilmektedir. Bundan başka, jeotermal enerji ülkemizin bazı yerlerinde konutlarda kullanılmaktadır .
Bu tür yenilenebilir enerji potansiyelinin daha etkin kullanılmasına yönelik iddialı girişimlerin yanında, resmi yetkililerle sivil toplum örgütlerinin çevrenin korunmasına amacıyla, enerjinin daha etkin kullanılması ve atıkların azaltılarak çevrenin korunması için toplumsal bilinç oluşturma yönündeki girişimleri devam etmektedir 1. Bundan başka, resmi yetkililer yoğun yerleşimi önlemeye ve kent merkezlerindeki yeşil alanı artırmaya çalışarak kentlerdeki hava kirliliğini azaltmak için uğraşmaktadırlar.
Türkiye’de Yıllarla Hava Kirliliği ve Mevcut Durum
Tablo I ve II’de görülebileceği gibi, 1991-1992 kış dönemi (ekim-mart) SO2 ve PM ortalamaları belirgin olarak THKKY’nin koyduğu sınırların üzerinde olan üç büyük kentteki hava kalitesi, 1998’e doğru bir iyileşme göstermiştir . Bundan başka, DİE verilerine göre, hava kirliliğinin yüksek olduğu diğer bazı kentlerde de kış dönemi SO2 ve PM ortalamaları düşme eğilimi göstermektedir (Tablo I ve II). Bu düşmenin, yüksek standartlı kömür kullanımı, kömür zenginleştirme ve yakma sistemlerindeki ilerlemeden kaynaklandığı düşünülmektedir . Bundan başka, evlerde ve endüstride doğalgaz kullanımının Ankara, İstanbul, Bursa, Kocaeli ve Eskişehir gibi illerde hava kalitesinin iyileşmesine katkıda bulunduğu belirtilmektedir . İlginç olarak, DİE tarafından yayımlanan son verilerde görüleceği üzere, hava kirliliğinin en yüksek olduğu on il sıralamasında SO2 ve PM düzeylerinin, nüfusu daha az olan kimi küçük illerde daha yüksek olduğu ve Ankara, İstanbul ve İzmir’in ilk on içinde yer almadığı görülmektedir (Şekil 14). Bu bulgular, büyük kentlerdeki düzelmeye rağmen, nispeten küçük kentlerde durumun daha da kötüye gittiğini göstermektedir. Bunun da muhtemelen, küçük kentlerde, başta konutlar olmak üzere, hava kirliliği emisyonlarının sıkı denetime alınmamasından kaynaklanıyor olabileceği akla gelmektedir. Çünkü, bu kentlerin bazısında herhangi bir endüstriyel yapılanma söz konusu değildir.
Sonuç olarak, epidemiyolojik çalışmalar ve hava kalitesini izleme verileri, Türkiye’deki hava kirliliği göstergelerinden SO2 ve PM düzeylerinin özellikle kış aylarında, halen kabul edilebilir düzeylerin üzerinde olduğunu göstermektedir. Ancak NOx, O3 ve PM10 kirliliği ile ilgili durum bilinmemektedir. Başta İstanbul, Ankara ve İzmir olmak üzere metropollerde hava kirliliği düzeyini aşağılara çekme çabalarının başarılı olduğu görülmekteyse de, orta ve küçük kentlerde hava kalitesinin düzelmesi için daha fazla çaba ve ilgi gerektiği açıktır.

Yorum Gönder

Daha yeni Daha eski

Color Posts